2 Mayıs 2016 Pazartesi

FOTOĞRAFLARLA REŞAT NURİ GÜNTEKİN








Vefatı

      Güntekin'e akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra'ya gitti ve orada, 7 Aralık 1956'da hastalığına yenik düşerek öldü. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Levent’teoturduğu sokağa “Çalıkuşu” ismi, Kadıköy’de ve İzmir’de bir ilköğretim okuluna ve Fatih'te bir tiyatro sahnesine Reşat Nuri Güntekin ismi verilmiştir.

Romanları

Hikâyeleri

  • Roçild Bey (1919)
  • Eski Ahbap (1919)
  • Sönmüş Yıldızlar (1923)
  • Tanrı Misafiri (1927)
  • Leyla ile Mecnun (1928)
  • Olağan İşler (1930)
  • Aşk Mektupları

Oyunları

  • Hançer (1920)
  • Eski Rüya (1922)
  • Ümidin Güneşi (1924)
  • Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri (1925, üç oyun)
  • Taş Parçası (1927)
  • Yeşil gece (1928)
  • İstiklâl (1933)
  • Hülleci (1933)
  • Yaprak Dökümü (1971)
  • Eski Şarkı(1971)
  • Balıkesir Muhasebecisi (1953)
  • Tanrıdağı Ziyafeti (1954)
  • Bir Köy Öğretmeni
  • Çalıkuşu
  • Kavak Yelleri

Gezi Yazısı

KAYNAK:VİKİPEDİ

REŞAT NURİ GÜNTEK'İN HAYATI
      
      1889'da İstanbul’un Üsküdar ilçesinde dünyaya geldi. Babası, askeri tabip Nuri Bey, annesi Kars valisi Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım'dır. Reşide adlı kız kardeşi çok genç yaşta hayatını kaybetti, tek çocuk olarak büyüdü. Babası askeri doktor olduğu için öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Reşat Nuri, ilköğrenimine Çanakkale'de başladı. Çocukluk yıllarında okuduğu Fatma Aliye Hanım’ın Udi isimli romanı hayatına iz bırakıp,sanata heveslendiren eserleri arasına girdi. Babasının Çanakkale’deki evlerinde zengin bir kütüphanesinin olması onu kitaplara iten ve yazı yazma kültürünün gelişmesini sağlayan bir araç oldu. İzmir'deki Frerler okulunda bir süre öğrenim gördükten sonra İstanbul’da Saint Joseph Lisesi’nde öğrenim gördü. Yüksek öğrenimini Darülfünun Edebiyat Şubesi'nde 1912'de tamamladı. Böylece öğrenim hayatını yirmi üç yaşında bitirmiş oldu.
     1927'ye kadar Bursa ve İstanbul’da çeşitli okullarda Fransızca ve Türkçe öğretmeni ve müdür olarak görev yaptı. Görev aldığı okulların bazıları Bursa Sultanisi, İstanbul Beşiktaş İttihat Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hâmis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisiİstanbul Erkek LisesiÇamlıca Kız LisesiKabataş Erkek LisesiGalatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi'dir. 1927’de Erenköy Lisesi’nden yeni mezun olan öğrencisi Hadiye Hanım ile evlendi.
     Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra edebiyatla uğraşan Reşat Nuri, Halit Ziya’nın eserlerinden aldığı ilhamla hikâye yazma hevesi duymaktaydı . Daha sonra tiyatro edebiyatını benimseyerek bir tiyatro yazarı olmak için uğraştı. Yazı hayatına I. Dünya Savaşı sonlarında başladı. Başlangıçta “Eski Ahbap” (1917) gibi uzun hikayeler, “Hançer”(1920) ve “Eski Rüya” (1922) gibi sahne eserleri, “Gizli El” (1924) gibi romanlar yazan, tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayınlayan sanatçı “Çalıkuşu” adlı romanının 1922’de Vakit Gazetesi’nde tefrika edilmesiyle şöhrete kavuştu.
     Güntekin, 1931'de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti'yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. Anadolu’yu baştan başa dolaşmasına neden olan müfettişlik görevi sayesinde ülkenin gerçeklerini yakından görme ve tanıma imkânı buldu. 1939'da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Bu görevini 1946'ya kadar sürdürdü. 1941’de tek çocuğu olan kızı Ela dünyaya geldi. Yine 1947'de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Ankara'da yayımlanan Ulus gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı. Güntekin daha sonra müfettişlik görevine geri döndü ve 1950'de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü(UNESCO) Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris'e gitti. Paris kültür ataşeliği yaptı. 1954'te ise yaşından dolayı bu görevden ayrılmak zorunda kaldı. Emekliliğinden sonra bir süre İstanbul Şehir Tiyatrosu edebi heyeti üyeliği yaptı.

21 Nisan 2016 Perşembe

...



        Romanı bitirdim.Hiç bitmeyecek diye düşündüğüm kitap kısa bir sürede bitti. Adam resmen roman değil,hayatı yazmış.Ben bu romanı çok beğendim. Çünkü ben burada hayattan kesitler okudum ,her sayfada yeni bir şey öğrendim.Yaşanmışlıkları, yaşadım.



Posted via Blogaway


Parçalar Birleştikçe Acı Veriyor

        Hayat kocaman bir boşluktan ibaret.Biz bu dünyaya bu boşluğu doldurmak için geldik.Yani doğduğumuzda annemiz ve babamızın boş bir yanını doldurduk sonra büyüdük,yetişkin olduk ve hayatımızdaki boşlukları kendi ellerimizle doldurduk. Hayatı şekillendirdik ellerimizle. O koca
boşluğu hatalarımızla,duygularımızla,kişiliğimizle doldurduk.Sonra o boşluk bütün bunları aldıktan sonra doymadı bizi de almak istedi içine.Kimi cesur yürekliler o boşluğa girmedi kimisi de kendisini o boşlukta boğmak istedi. Hayallerimiz, tercihlerimiz,geçmişimiz,günümüz nasıl olursa olsun hiçbir şey olması gerektiği gibi değil.Zaman denilen kavramı durduramıyoruz,hayatımızda gelişen olayları durdurup;aslında bu olay böyle olmalı, deyip, düzeltip devam ettiremiyoruz. Sadece bazılarımız bu hayatta kukla olmayı tercih ediyor bazılarımız da kuş olmayı tercih ediyor. Zaten sonrası geliyor. Sen kendin için mi yaşıyorsun?Yoksa başkaları için mi?Bunu bu fani hayatta kendin belirliyorsun .Evet, olaylara, hayata, başkalarına "DUR" diyemeyiz ama kendimize dur diyebilmeliyiz.
       Eğer sonsuzluğa ulaşmak istiyorsan bu biraz zor. Çünkü her sonsuzluğun bi başlangıcı vardır.

İSTİNAT

   

     Kanmak...Bilmeden,istemeden bütün benliğimizle kanmak.Şu hayatta iyi olmak en zor şeydir.Çünkü bizi kötü olmaya iten birçok etken var etrafımızda bunlar bizi çok çabuk etkiler ve farkında olmadan kötü bir insan oluruz.
   Mürşit Efendi iyi olmayı başarmışken,kötülüğün ortasına attı kendisini.Gözleri o kadar büyülenmiş,kör olmuştu ki etrafındaki şeytani düşüncelere sahip insanları göremedi.Kendinden ödün verdi,borçlandı,kavga etti,başkalarına muhtaç oldu,mesleğine ihanet etti.O;karısının ve kaynanasının kuklası haline geldi.Çünkü karısı ve kaynanası karşılarına çıkan saf,temiz ve meslek sahibi olan av
çıkınca hemen o avı avuçlarının içine aldılar.Karısı kurnazlığı,kaynanası da tatlı dili ile her seferinde Mürşit Efendiyi dize getirdiler,kandırdılar.Meşhur atasözümüz;"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır." İşte tam yerinde söylendi şuan.Mürşit Efendi kendi gayreti,annesinin emeği ve güzel ahlakı ile memur olmuştu.Kendi kafasında geleceğini planlamıştı.Hayat ona öyle bir oyun oynadı ki onun hayalleri,planları tepe taklak oldu.
      Hatıra defteri bu kısımda bitiyor galiba.İlerlediğim her sayfada yeni bir şey öğrendim. Demek hiçbir şey göründüğü gibi iyi veya kötü değil.İlerleyen zaman ve attığımız her adım sonun başlangıcıdır aslında.

Her Şey Yeni Başlıyor

    



     İnsan gerçekten değişik bir varlıktır.Ani bir şekilde değişir o anda başka bir ruha bürünür.İnsanlar güldüğünde ağladığı şeyleri;sustuğunda söyleyemediklerini söylerler.İnsan akıllı,zeki,merhametli olduğu kadar bencil,kurnaz ve sahtekar olabiliyor.
     Mürşit Efendi aslında farkında olmadan başına bir belayı almıştı.Kaynanası onu önce tatlı dili ile cezp ediyor sonra istediği şeyleri evirip çevirip başka bir şekilde Mürşit Efendi'ye sunarak istediği şeyi elde ediyordu.Bu kadının gözü hırsla bakıyordu ve çevresinde bulunan her şeye sahip olma duygusuyla yaklaşıyordu.Tabi Mürşit Efendi bunların hiçbirinin farkında değildi.O kendisini bu
saatten sonra sadece ailesine adamak istiyordu.Saadeti,mutluluğu bulduğuna inanıyordu.
   Oysaki farkında değildi o aslında aydınlığı değil karanlığı seçmişti.

Evleniyorum

      


        "Fakat ben onu ilk defa masallarda olduğu gibi su başlarında,gül bahçelerinde olsaydı bilmem bu kadar sevecek miydim?İnsanlar hiçbir vakit ıstırap çektikleri zamandaki kadar güzel olmuyorlar."
        Gerçekten her şey gözüktüğü kadar masum,temiz midir?Yoksa bu masumiyet ve temizlik içinde koca bir kötülüğü mü barındırır?Evet her duygu,hissiyat dibine kadar,hakikat olarak yaşanırsa yerindedir.Duygularını bütün benliğiyle yaşayan insanların hali ne tatlıdır.Her şey dıştan gözüktüğü gibi değildir aslında.Her aydınlığın bir karanlığı vardır.Mürşit Efendi bunu zamanında düşünemedi.
O sadece gördüklerine inandı,duyduğu sözler onu tatmin etti.Ya da duymak istediği,görmek istediği şeyler.
        Saadetine kavuşacak kadar iyi bir eş ile evleneceğini düşünüyordu.Her şeyin kafasında kurguladığı gibi olacağına inanıyordu.Belki de sadece kendini kandırıyordu
.

Acımak Hissi Bazen Her Şeyin Önüne Geçer

   

      Şu hayata karşı dimdik durmak,yılmamak,azimli olmak gerçekten çok zor.İnsan bu konuda ne kadar kararlı olursa olsun hayat mutlaka bir yerden çatlak veriyor.Bazen kendimize karşı öyle sözler veririz ki bir an o sözlerden başka hakikat yoktur deriz.
       Ama öyle olmuyor.En basit örneği günlük yaptığımız program.Örneğin ben eve gelince onu yapacağım şunu yapacağım  diyorum fakat icrate gelince ortada bir şey yok.Meslek hayatımızda,aile hayatımızda,arkadaşlık ortamımızda,toplum içerisinde bazen olmak istediğimiz gibi olamıyoruz.Çünkü bizi engelleyen etkenler mutlaka oluyor.Örneğin meslek hayatımızda tönerans tanımamız gerektiğine kanaat getiriyoruz fakat karşımıza bulunduğu mağduriyetten dolayı bizi etkileyen biri çıkınca kurallar devre dışı oluyor.Arkadaşlık ilişkilerimizde en çok değer verdiğimiz,sevdiğimiz bir kişi hata yaptığında kimi zaman affetmememiz gerekirken affeder kimi zamanda affetmemiz gerekirken affetmeyiz.

         Kısacası şartları kişiler yani hayatımız kural tanımıyor.Her şey günlük gülistanlık olmaz biz engelleri zorlukları aşarak hayatı yaşanabilir duruma getiriyoruz.

31 Mart 2016 Perşembe

Kambur Hafız ve Minare

     

      Bir çift sürmeli göz kendisine  görenleri hayran bırakıyordu.Güzel olduğu kadar gizemli bakışları vardı. Yıllardır hep aynı gözlere rastlıyordu. Derin ve manalı bu gözlere ne zaman baksa kendisini kaybediyor ve her şeyi unutuyordu.
     Aradaki engel onu çıkmaza sürüklüyordu. Kim derdi ki isteyerek seçtiği mesleğin onun hayatının merkezine yerleşip birçok şeyden mahrum bırakacağını.Bunları düşünerek bir sahil kenarına geldi, denize baktı onu gördü deniz kadar derin gözleriyle ona bakıyordu, dayanamadı kendisini o derin mavi gözlere teslim etti.
        Bu yazdığım kesit derste işlediğimiz bir hikayenin giriş bölümde bulunan satırlardan esinlenerek yazdığım satırlardan oluşuyor.Zaten bölüm başlığına hikayenin başlığını koydum.

26 Mart 2016 Cumartesi

15 Teşrinisani

    




        Başlığın adı gözüme ilgi çekici, havalı falan geldi o yüzden yazdım. Bu arada anlamı kışın başlangıcı sayılan 8 Kasım günü başlayıp Hıdırellez'in ilk günü olan 6 Mayısa kadar
altı ay süren dönem demekmiş sözlükten baktım.
      "Hem daha fenası bu çok kere de böyle olacaktı.Programdaki bu iki madde çatışıyordu.Öyle işler çıkacaktı ki vicdan "yap" derken kanun "yapma" diye nehyedecekti.Kezalik kanunun istediği bazı şeyler de vicdana dokunacaktı. Bu vaziyet karşısında ne yapmak lâzımdı?Mürşit Efendi memurluğa başlamadan önce kendisine verdiği sözleri tutamamıştı.Çünkü başına gelenlere müdahale edemiyordu.Görevden göreve atanıyordu.Artık o da kuralları çiğnemeye başladı.
      Zaten istediğimiz her şeyin bu dünyada olması mümkün değil.Tam takır kuru bakır misali.

...

       





      "Hayat benim için asıl bugünden itibaren başlıyor.Geçen bir sene esnasında kırılıp sakatlanan umdelerime tam bir sadakat göstermek artık kendi elimde."
       Bu satırlar ne kadar umut dolu azim doludur. Romanda okuduğumdan beri aklımda.Aslında kurulan bu cümleler benim için her gün geçerli. Daha doğrusu okul hayatımda geçerli özellikle de derslerim konusunda.Çünkü çalışamıyorum sevmiyorum ders çalışmayı. Keşke zorunlu olduğu için çalışmasaydım ama işin ucunda bu derslerin sınavı var.(Benim kabuslarım) Birde başım Matematik-
le dertte. Savaşıyorum resmen birde ona ek zaman ayırıyorum. Ama sonuç hüsran bir türlü geçerli not alamıyorum. Benim için büyük bir sorun oldu umarım bundan ben karlı çıkarım.
      O zaman uyandığımız her yeni sabaha "Yeniden Başlangıç" diyelim
.

DEĞİŞMEK

 

    Meğersem hiç zor değilmiş insanın değişmesi fark etmeden değişiyoruz zamanla.Aynanın karşısına geçip saatlerce kendimize bakıp , yüzümüzün en küçük ayrıntısının nasıl değiştiğini fark ederiz.Bunun için birçok yola başvururuz ve sonuç olarak da o yüz,eskisi gibi olur veya eskisinden daha güzel olur. Yüzümüzün güzelliği bize geri döner fakat düşüncelerimiz , duygularımız da değişti zamanla onlar da geri döner mi bize? Hayatımızda o kadar çok şey yaşanıyor ki bunların  geri dönmesi çok zor. Hayat şartları, hayatımıza giren çıkan insanlar, değişen çevremiz zaten bizi değişime yöneltiyor.
     Ama insan bu değişim içerisinde kendisini de kaybediyor mu? Yoksa duygularını ve düşüncelerini derinliklere mi gömüyor? Bu soru aklımın hep bir köşesinde cevabını bekliyor. Bazı insanların değişimi sonradan olur bazılarının ise evvelden değişimi varmış da biz göremiyormuşuz.
      Yani bazı kişilere söyleriz ya "Ben seni hiç tanıyamıyorum, sen böyle değildin." O da derki :"Ben zaten böyleydim, sen bunu fark edemedin.İşte insana bu dokunur ama yapacak bir şey yoktur. Zamanla tükeniyor insan, değişiyor insan, kimi zaman da yanılıyor insan...

20 Mart 2016 Pazar

NERDEN GELDİK NEREYE GİDİYORUZ...

   

         Bugün tarihlerden 19 Mart Cumartesi dün 18 Mart Çanakkale zaferini kutladık.Bir kere daha ruhumuz huzur buldu,gururlandık,kanımız damarlarımız da coşkuyla aktı.Fakat bugün sabaha,annemin Taksimde patlama olmuş demesiyle uyandım.Dün yaşadığım sevinç kursağımda kaldı.Kara bir haber ile insanlık yine sarsıldı.Artık ne olacak,be yaşayacağız bilemiyorum.Siyasetin gündemi "Barış"iken şimdi "kan"oldu.İnsanların birbirlerini sevmesi bu kadar zor mu?sonuçta şehit olan insanlar bu insanların şehit olmasına neden olan insanlar,aynı şeylere sahip,aynı yerden geldiler,hepsi bir aileye sahip,hepsinin inancı var.Hala neyin davasını yapıyoruz onu anlamıyorum.
     Eskiden sınıf farklılığı,ırk farklılığı,cinsiyet farklılığından dolayı zor durumda kaldı insanlar.Biz bunların zamanla kaybolup gittiğini sanmıştık. Yanılmışız.Demek ki hala bu zihniyete sahip bir toplumda yaşıyoruz,hala aynı zihniyete sahip insanlar insanlar aramızda dolaşıyor ve kendi zihniyetinden yola çıkarak birçok insanı harcıyorlar.Biz şimdi nerede patlama olacak onu öğrenmeye çalışıyoruz,evimizden dışarı çıkamıyoruz.Yaşamak için tedbir alıyoruz.Peki bu mu özgürlük
bu mu adalet?İnsanlar ne yüzden olduğu bu mu adalet?İnsanlar ne yüzden olduğu belli olmayan saçma sapan bir şey için can veriyor.Kadınların feryatları,çocukların yakarışı günden güne artıyor.
       Biz artık biz olamıyoruz kocaman yeryüzünde kendimize yer bulamıyoruz.Birbirimizi
öldürüyoruz,bencilleşiyoruz,hayatımızı ucu bucağı ,belli olmayan bir uçuruma sürüklüyoruz."Artık yeter !"demekten sıkıldık.Tek dileğim daha fazla insan ölmesin,biz sabaha ölüm haberleri ile uyanmayalım.

    

DOST ACI SÖYLER

  
      Sen bu hayata ne kadar sıkı sıkı sarılsan da o sana aynı karşılığı vermez zamanla kolların gevşer,yorulursun sarılmaktan,onu bırakmamak için çabalamaktan.
     Herkesin hayatında iyi yada kötü geçirdiği evıleri vardır.Kimi insanlar çok küçükken yaşadığı bir olay ile hayatın gerçeklerini anlar,kimisi ise ömrünün tükenmesine az bir zaman kala anlar,öğrenir hayatın gerçeklerini.Gerçekten bizim istediğimiz gibi olmuyor hiçbir şey.
     Başkalarına muhtaç olmadan,başkalarından etkilenmeden,başkalarının istediklerini yapmadan hayatta dimdik ayaklarımızı üzerinde durmak çok zor.Alın teri ile çalışmak,boğazından helal lokma geçirmeye çalışmak günümüzde çok insanın yapmak istediği bir şey.İnsanlar zamanla bencilleşiyor,kör oluyor,hakikatı göremeyecek kadar alçalıyor. İnsanoğlu işte ne zaman ne yapacağı ne isteyeceği belli olmuyor.

NE OLURSA OLSUN SEN YOLUNDAN ŞAŞMA

         Mürşit Efendi annesinin onun için yaptığı fedakarlıkları,harcadığı emeği boşa çıkarmayıp,iyi bir terakki ile eğitim hayatını bitirip memur oldu.Onu bekleyen mücadelelerle dolu yeni hayatta ilk adımlarını atmış oldu.Her şeyi kendi kafasında planlamıştı.Kendisine verdiği sözler,kişiliğine olan bağlılığı,meslek hayatında yapması gerekenleri,bir ailesi olunca üsteleneceği sorumluluklar
bunların hepsini bir bir düşünmüş ve bunları hayata geçirmek için kendini hazırlamıştı.İstanbul'dan ayrılıp Sivas'a geldi.Yeni hayatını Sivas'ta kuracaktı.Nihayet yolculuk bitmiş ve Sivas'a gelmişti.Yerleştikten sonra iyi-kötü yeni insanlarla tanışmış ve işine odaklanmıştı.
      Tahir Bey'i kırmayıp onunla birlikte bir akşam yemeğine gitmişti Fakat onun hiç alışkın olmadığı bir ortama girmiş olmuştu.Oradakilerin hepsi rakı içiyorlardı.Mürşit Efendi ise içmeyeceğini söylemişti.Bunun üzerine Tahir Beyle ona neden içtiğini anlattı.Tahir Bey'den duyduklarının hiçbirine ehemmiyet vermemişti.Ama adamın kurduğu bir cümle onu hem düşündürmüş hem de korkutmuştu.
      "Rakısız yaşanmaz evlat...Hele biraz zaman geçsin,sen de bana hak vereceksin...Yoksa kendi dünyasında tasarladığı hayatı yerine böyle bir hayat mı sürecekti?

    

19 Mart 2016 Cumartesi

HATIRA DEFTERİ

     
      Bu küçük hatıra defterini okudukça Mürşit Efendi aklımda yeniden şekilleniyor.Bu adam gerçekten Zehra'nın babası mıydı?Hani sorumsuz,acımasız,sarhoş adam.Bu iki karakter birbirlerine hiç uymuyor.Hatıra defterinin daha ilk sayfalarını okuyorum.Burada hayatını anlatan Mürşit Efendi azimli,hayat dolu,kararlı ve namuslu bir adam ki yine söylüyorum bu nasıl çelişkidir.
      Romanın bu sayfalarını geçip,sonu okumak geliyor içimden ama olayların akışını merak ettiğim için bir tek sayfayı bile okumadan geçemiyorum.Genellikle kitabın sonunu merak edip hemen okurdum ama bu kitapta olayları idrak edemiyorum bu yüzden anlayarak okumaya çalışıyorum.Mürşit Efendi öldükten sonra arkasında bu sır dolu küçük hatıra defterini bıraktı.Bu hatıra defteri aklımdaki soruları ve düşündüklerimi aydınlatacak aynı zamanda kızı Zehra'nın düşünceleri de aydınlanacak.
     Okunan her satır bizim şuana kadar tanıdığımız Mürşit Efendi'den uzaklaştıracak ve bizim hiç tanımadığımız Mürşit Efendi ile tanıştıracak.

11 Mart 2016 Cuma

Hakikat bu mu ?

      
      Romanımızın karakteri Zehra Hanım babasıyla aynı yerdeydi ona yakında ama duygusal olarak da ondan oldukça uzaktaydı. Uyuyamamıştı.İçindeki meraka dayanamayıp babasına ait olan sandığı açtı ve içinden babası tarafından yazılan günlük eline aldı ardından okumaya başladı. Bu günlük acaba neleri öğretecek . Yaşanılan olayların arka perdesinde bambaşka şeyler mi var ?
     Küçük bir kızı aile sevgisinden mahrum bırakan , hayatını çalan , annesinin,ablasının ölmesine neden olan sefil , ayyaş , kimseyi düşünmeyen bir baba mıydı gerçekten.
       Bence bir  baba bu kadar kötü olamaz.


YÜZLEŞMEK


        Zehra içini her ne kadar nefret ve kinle doldurmuş olsa da yüreğinin derinliklerinde
sızlayan o yara onu rahat bırakmamıştı. Yüreğindeki bu sızıya bir ad veremiyordu veya vermek istemiyordu. Bu sızı onu artık tetiklemişti.Ayakları ondan izinsiz babasının yanına gitmişti. O çehresi çatık, sert , kuralcı Muallime Zehra Hanım , onu yıllar önce bırakan babasının yanına gidiyordu.
       İstanbul ' a gelmişti. Eski komşuları Vehbi Bey onu karşılamıştı.Vehbi Bey ' in anlattıklarına rağmen onda değişen bir şey olmamıştı.Sonunda eve eve varmışlardı. Evde merhum babasının cenazesi için bir komşu ve Vehbi Bey' in ihtiyar karısı onları bekliyorlardı.Kadınların yüzlerinden üzüntüleri belli oluyordu ve üzgün gözlerle Zehra Hanım'a bakıyorlardı. Fakat o kendisinden ödün vermiyordu.Onun duyguları yıllar önce karanlığın içinde kaybolmuştu babasına karşı. Vehbi Beyin hanımı Zehra ' ya çorba yapmıştı. Onlar sessizce yemek yerken kuran okuyan kadının sesi diğer odadan geliyordu. Yemekten sonra Vehbi Bey onu babasına götürmüştü. Ama o babasını görmek istemediğini dile getirmişti.Bunun üzerine Vehbi Bey kendisine babasına ait olan sandığın anahtarını verir. Zehra ona ait hiçbir şey istemediğini , cenazeyi gömerken eşyaları ıskatçılara verilmesini istedi. Ardından uyumaya gitti.
     Ama aklında o sandık ve içindekiler vardı.




Posted via Blogaway

 www.pinterest. com 

Kendime Karşı İlk Mağlubiyet

        Zehra çok düşündü gitmek konusunda.Hayatta ona en büyük tokadı atan babasının
daha doğrusu sadece biyolojik yönden olarak düşündüğü babasının yanına gitmeyi.Son nefesini verirken yanında olmayı istemiyordu ama işte o da anlamadan kendisi bu kararı verirken buldu.Bunda okul müdürünün de payı vardı. Onun sözleri Zehra Hanımı etkilemişti ki zaten onu babası gibi görüyordu ve saygı duyuyordu. Her şeyi bir kenara attı bu yüzden kendisine kızgındı,kırgındı.Gidiyordu ama onun yüzünü son kez görmek isteyecek miydi? Hayır,gidecekti ama o adamın yüzüne bakmayacaktı. Zaten gitmekle en büyük iyiliği yapmış olacaktı.Hazırlanmıştı ,artık yolculuğa çıkmak için hazırdı.
    Karanlığa itilen bu kadın artık doğrularından , insanlara temkinli yaklaşmaktan kurtulup kalbinde yeni bir duyguya yer mi açıyordu.
    Belki tek bir söz , tek bir şey onun düşüncelerinin değişmesine neden olacak...
                  
                  ( Bu fotoğrafı ınstagramda bir sayfadan aldım.)

 

ACIMAK

Titremekliydi hallerim...Kalbim derin bir yaranın üzerine veriyordu acı acı nefeslerini...
         Ne kadar üzülsek , kızgın olsak, içimiz kin ile dolu olsa bile "acımak" duygusu bunların hepsini yok eder.Yüreğimiz çabuk incinir,kırılır... Kendimizden aciz, sefil ve bitap düşmüş insanları gördükçe yüreğiniz sızlar ve acıma duygusu içimizde yeşerir. Bu duygu bütün kötülüklere haksızlıklara, kederlerimize tesir eder ama sadece o anlık için geçerli olur.Geçmişte yaşadıklarınızı silmez,yaşamak istediklerimizi geri getirmez..
    Artık bir insanlık görevi haline gelir bu duygu .Nefretimizi ,kinimizi yok ederek işler ruhumuza.Acımak...
         


 www.tumbrl.com ( fotoğraf )

MUAMMA

     
        Hayat bize birçok güzel şey sunduğu gibi  birçok hüzün ,acı, keder de sunar. Elimizden tuttuğu gibi bırakmasını da bilir.Hayatla mücadele ederken bu arada başkalarının bize vurduğu darbeyle yığılırız.Bazıları tekrar mücadele etmek için çabalarken bazıları da kendisini kaderin ellerine teslim eder.Hayatımız çok güzel giderken en yakın olduğumuz insanlardan da darbe alırız. Aksine hayatımızın en kötü döneminde iken hiç tanımadığımız bir insan hayatımıza girer ve yaşamanın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırlatır bize.
        Akşamları pencereden dışarıya baktığımızda evlerden yanan ışıklar etrafı aydınlatır.İşte bu ışıklar her evin bilinmeyen sırlarını,acılarını, sevinçlerini temsil ediyor.Bu yanan ışıklar kimilerinin aydınlığı ,kimilerinin karanlığı olur. Biz sürekli hayatla mücadele içindeyiz.Peki kendimiz ile olan mücadele nerede?Yaşadıklarımız, çevremiz ,insanlar zaten hayatımız şekillenmesine neden oluyor.
         Bırakalım artık hayatı,biz kendimize bakalım.Biraz da hayat bizden yana olsun.

                         ( fotoğraf :www.aybilgi.net )

BAŞLANGIÇ

     




         Şuan Reşat Nuri Güntekin'in yazmış olmuş olduğu "Acımak" romanı elimde ve okumaya başladım . Gerçekten ilk bölümü etkileyici ama benim anlamını bilmediğim bir sürü kelime ve anlamlandıramadığım birçok cümle var. Fakat bunları az da olsa anlamını tahmin ederek okumaya devam ettim. Ve ilk bölümden esinlenerek şu satırları yazıyorum
      Romanımızda bir muallimden söz ediliyor.(Zehra Hanım) Zeki , fedakar,inatçı ve kararlı bir muallim.Bunlara rağmen okudukça zihnimizde soru işareti oluşacak Zehra Hanım hakkında. Zaten maarif müdürü Tevfik Bey bize bunu bizzat sunuyor. Muallim Zehra Hanım aynı zamanda kurallara önem veren bildiğinden şaşmayan biridir.Bazı öğrencilerine şefkati ve sevgiyi fazlasıyla gösterip
bizzat kendisi bu öğrencileriyle ilgilenir,kimi öğrencilerine ise hal ve hareketlerinden dolayı sevgiden ve ilgiden mahrum bırakıldı.Çünkü yaşadıkları onu böyle yapmıştı,kendi doğrularından ve kurallarından şaşmayan biri haline gelmişti.
       Ama Zehra Hanım'ın unuttuğu bir şey vardı: "Hatalar düzeltilebilir ve zamanla doğruya ulaşılabilirdi.